turkchat

www.Durusohbet.com

Mobil Sohbet için tıklayın
Sohbet
mirc

Herkesleşmemek kolay değil. Hatta bazen tercih etmediğimiz, bilinçli yaptığımız bir seçim. Herkes gibi olmak bize hep kolay geliyor. Biraz farklılaşsanız dikkat çekeceksiniz, bakışlara, yargılara, eleştirilere maruz kalacaksınız. Herkesleşmenin zıt kelimesi, farklılaşma değildir aslında, hiçkimseleşmektir.
Hiçkimseleşmeyi göze alan herkesleşmez bana göre…

Çünkü onlardan olmazsanız yalnız bırakılırsınız, çünkü onların olmanızı istediği insan olmazsanız kabul görmezsiniz. Hiçkimsesiz kalırsınız.

Yazar bize “HERKESLEŞME” kitabında ne anlatmak istiyor olabilir diye önce adına bakarak uzun bir müddet düşündüm. Kitabı bitirince “Herkesleşme(k)” olgusunu anlattığı kanısına vardım. Sonra işte şimdi bende herkes gibi oldum dedim ve gülümsedim. Kitabı bitirdiğinizde bunu anlamayacaksınız belki. Sizi allak bullak eden, kafanızı karıştıran, nasıl yani! Diye son cümleyi benim gibi 10 kez okuyan siz, biraz düşüneceksiniz. Yargılayacaksınız, eleştireceksiniz, prensiplerinizden asla taviz vermeyerek kendi düşüncelerinize toz kondurmayacaksınız. Sonra eğer şanslıysanız “Herkesleştiğinizi” fark edeceksiniz.

Yazar “ sevgili dostlarım” diye bize birinci ağızdan bir yaşantı anlatmaya başlıyor. Kitap öyle bir akıyor ve sonunu merak ettiriyor ki, karakterlere kızıyor, bazen onlardan yana oluyorsunuz. Hep istediğiniz gibi gitsin diye umut ediyor, daha kitabı bitirmeden bile sonunu kurguluyorsunuz. Ama yazar sizi hep ters köşeye yatırıyor.

Okuyucu bu anlamda sürekli kendinden kesitler bularak bazen yüzüne tokat gibi çarpan gerçeklerle yüzleşiyor. Kızıyorsunuz o anda. Yazara ; “hayır! bunu bana söylüyorsun ama yanlış anlamışsın sen!” demek istiyorsunuz. Ama aslında yazar size gerçekleri söylüyor. Acımasızca ama çok reel!

Sizin kusurlarınızı ve ya eksikliğinizi karakterlerde canlandırarak ve bunu çok açık ifade ederek sizin kendinizle yüzleşmenize sebep oluyor. Bunun adı psikoloji de yansıtmadır. Psikoloji de bir savunma mekanizması olarak yansıtma, bireyin kendinde var olan ancak kabullenemediği şeyleri başka yerlere veya kişilere yüklemesidir. Kitapta buna oldukça sık rastlıyoruz.
Kitapta herkes kendinden farklı şeyler bulup farklı yorumlayacaktır.

Eğer sayılı ömrünüz kalsa ve bunu bilseydiniz neler yapardınız, örneğin bir liste yapsaydınız içinde neler olurdu? Yazar size bunu hatırlatıyor. Ölüm var. Nasıl, ne şekilde, neden geldiğini düşünmeden ölümün var olduğunu ve herkesin kendi kıyametinin kendi ölümü olduğunu hatırlatıyor.

Sorgulamamı sağlayan bir diğer şey ise; bir insanın elinden ölüm korkusunu alsanız neler yapardı? Yaşama sevincini kaybetmek gibi düşünmeyin. Gerçekten kayıtsız bir şekilde ölmekten kokmuyor oluşunuzu ve sonunuzu düşünmeden yaşadığınızı hayal edin. Ben edemiyorum. Kitapta böyle bir adamın neler yapabileceğine şahit olacaksınız. Kah düşündüren, kah güldüren bir sorgulama okuyoruz. Ve benim en güldüğüm yerlerden biri de Ömer’in balık tutan birinin yanına yaklaşarak tüm kovayı denize dökmesiydi. Yazar akabinde balıklar ve kuşlarla ilgili çok ilginç tespitler yapıyor.

Hiç maskeyle dolaştığınızı düşündünüz mü peki? Çoğu zaman birine gülümseriz fakat arkamızı döndüğümüzde suratımız asılır. Aslında hiç sevmediğimiz ama katlanmak zorunda olduklarınızı düşünün. Onlara hiç korkmadan düşünmeden içinizden geldiği gibi konuştuğunuzu, ona gerçekten onun hakkında neler düşündüğünüzü söylemeyi ister miydiniz? Zaten öleceğinizi biliyorsunuz. Son yapmak istedikleriniz arasında yaptığınız günahları veya yanlışları muhatabı olan kişiye açık yüreklilikle söyler miydiniz? Şimdi düşünüce bile kanınız çekiliyor değil mi? Fakat bu gerçeklerle bu gün olmasa bile bir gün mutlaka karşılaşacağız.

Ve aşk!… seçimlerin yarattığı bir kelebek etkisi ve bu etkiyle savrulan bir aşk!..

Kıskançlığın aşka nasıl zarar verdiğini, yaptığımız seçimlere kaderimizmiş gibi boyun eğmemizi Zeyneb ve Ömer aşkında şahit oluyoruz. Ömer’in Zeyneb’e yazdığı o muazzam mektubu okurken belki de ilk aşk acısıyla tanıştığınız zamanlara dönüyorsunuz.

“…Ancak elimde, tanışmaya bizzat sen tarafından itildiğim, sensiz ve uçucu mutluluklarım kalmıştı bir tek…”

“Yaşamak sandığım kocaman bir beklemekmiş orada, içinde binlerce gelmeyişi barındıran…”

“… Çünkü seni sevmek huymuş bende, tıpkı sevilmenin sende vazife oluşu gibi… Baktığında ne büyük bir ahenk!…”

Kitapta sadece tek bir konu yok, yazarın yayınevleri hakkında çok güzel bir tezi de bulunmakta ayrıca. Altını çizeceğiniz çok fazla yer var. Yazarın dili anlatımı oldukça akıcı, konu pek öyle herkesin hoşuna gitmeyebilir bunun hakkında söz veremem. Yazar zaten kitabın sonu hakkında endişeleri olduğunu yazmıştı sosyal medya hesabına. Ama size yazdığım ilk paragrafa dönmenizi ve kitabı okuduktan sonra da buraya tekrar uğrayıp yazımı tekrar okumanızı tavsiye ederim.

Kitabı bitirdiğinizde her yazarın karşılaştığı kaçınılmaz soruya maruz kalacağını bilerek yazar kitabında ki karakteri hiç çekinmeden giymiş üzerine. Şimdi belki de “Tunç İlkman” mı yaşamış bunları diye düşünmekten kendinizi alamıyor olabilirsiniz. Ama her yazarın maruz kaldığı “ bunları sen mi yaşadın” sorusuna ve eleştirilere aldırmadan cesaretle bir son yazmış İlkman.

Ben açıkçası bu farklı tarzı 2. Kez okuyorum. Okurdan korkmadan yazan çok az yazar vardır. Cesaret işidir bu. Bu sebeple Tunç İlkman’ı tebrik ederim.

“….mutluluk yalnız uzaktan izlenebilir. Bu açıdan yağmur sonrası güneşle beliren bir gökkuşağını andırır. Mutluluk bir ışık oyunudur. Onun göz alıcı renklerine kapılmamaksa hakikaten zor. Yalnız bu gökkuşağının peşine düşme gafletinde bulunduğunuz vakit, onu hiçbir zaman yakalayamayacak olmak şöyle dursun; koşarken sizi o güne dek ayakta tutan değerleri de cebinizden bir bir düşürür, bunun farkına dahi varmazsınız. Bir zaman sonra soluk soluğa kaldığınız bir an, tam da nefesiniz tükenmek üzereyken, beyhude bir çaba içerisinde olduğunuzu idrak eder fakat sizi geri döndürecek bir gücün kalmadığına, kimseninse size yardım etmeye vakit ayırmadığına kahrolarak şahit olursunuz.”

#Ask Kategorisinden Daha Fazla İçerik

Yoruma Kapalı.

Site Haritası
( We love Google )